Küreselleşme hızının artmasında kilit rol oynayan iletişim teknolojileri, özellikle 90’lı yıllardan itibaren bir kavramın daha globalleşmesini sağlamıştı, inovasyon. Bu kavramın küreselleşmesi öyle bir boyutta ki, kelimenin neredeyse tüm dillerde telaffuzu bile aynı.
Özetle yenilik, değişim anlamına gelebilecek olan bu kavram aslında; yeni veya iyileştirilmiş ürün, hizmet veya üretim yöntemi “geliştirmek” ve bunu ticari gelir elde edecek hâle getirmek için yürütülen tüm “süreçleri” kapsar.
Tahmin edilebileceği gibi, bu geliştirme sürecini tetikleyen temel etken yeni düşüncelerdir. Yeni düşüncelerin filizlenmesini sağlayan ortam koşulları ise kişiye ve kuruma göre değişebilir. Örneğin finansal olarak köşeye sıkışmış bir tüccar, zannedilenin aksine, her zamankinden daha yaratıcı girişimlerde bulunabilir, farklı satış yöntemleri geliştirebilir. Ya da yönetim ve liderlik anlayışı yatay olan bir uluslararası şirket, daha hiyerarşik yönetilen başka bir şirkete kıyasla çok daha fazla inovatif hareket edebilir.
Temel olarak yeni düşüncelerin ortaya çıkma olasılığını yükseltmek için, fikirlerin özgürce söylenebilmesi gereklidir.
İnsanlık tarihinde yer alan savaşların, teknolojik gelişim ve yeniliklerin hızına kattığı ivme muazzam boyuttadır. Örneğin Rusya’nın, ABD’nin ve hatta bir kısım Avrupalı devletlerin şu anda sahip oldukları bazı askerî teknolojileri ve silahları, Nazi Almanya’sına borçlu oldukları bilinir. Gerçekten de özellikle 2. Dünya Savaşı’nın son iki yılında, V1, V2 roketleri gibi, askerî alanda birçok inovasyona imza atan Naziler, bunu nasıl başardılar? Yani madem değişiklik ve yenilikler, özgür düşünceden doğar, Hitler yönetimindeki Almanya’da (pek de özgür düşünceyi teşvik eder nitelikte olmayan bir ülke ortamında) inovasyon nasıl mümkün olabildi?
İşte bu noktada odaklanmanın ve takip edilen stratejinin öneminden bahsetmek gerek. Yukarıda verdiğimiz sıkıntıya düşen, kimseden borç kaynak bulamayan tüccarın yaratıcı fikirlerle piyasada daha agresif hareket etmesi gibi, inovasyonu takip edilen “stratejik bir yol” olarak belirlemişti Nazi Almanya’sı. Tüm dünyayı karşısına alan, kendinden başka güveneceği bir dayanak bulamayan bir ülkenin izleyebileceği yegâne yol…
Değişimi, yeniliği teşvik eden, destekleyici bir organizasyonel yapı oluşturabilen, üstelik inovasyonu bir performans kriteri gibi sürekli takip eden, mevcut ortam koşullarından farklı olarak daha ileri hamle yapabilme hususundaki “kaderini”, doğuştan olduğuna inanılan, doğal bir yetenek olarak kabul gören “yaratıcılığın eline bırakmayan”, fikir üretme kapasitesini eğitim ve sürekli çalışmayla güçlendiren, değişimin gerçekleşmesi için gerekli mekanizmaları kuran ve işleten her türlü yapı (devlet veya şirket) inovasyon konusunda mutlaka başarıyı yakalar.
Organizasyonun tamamının inovasyonu sürekli bir değişiklik, yenileme ve iyileştirme faaliyeti olarak görmesini sağlayabilen kurumlar için zaten başarısızlık söz konusu olamaz. Hele bir de paylaşıldıkça çoğalan bilgiyi en etkin iletişim yöntemleriyle organizasyonun bütününe ulaştırabilen kurumları, bireyler de sahiplenir.
Düşünün; şikâyet kutusu fikri ilk ne zaman çıkmıştır?
İlk hangi lokantada masaya konmuştur, hakkımızdaki düşünceleriniz ve önerileriniz formları? İlk hangi patron düşünmüştür sadece para ödediği çalışanlarından değil de, para aldığı müşterilerinden de fikir ve öneri almayı? İnovasyon konusundaki “iş birliği” anlayışını, rakiplerinin dahi kapısını çalarak, en geniş şekliyle hayata geçiren ilk şirket hangisidir acaba?
Çağımız için bilgi paylaşımında eşsiz bir iletişim aracı olan internetten önce bilgisayarlar arası veri paylaşımı ve depolama konusundaki temel araç disketti. (Floppy Disk) 1960’ların sonunda Sony firması tarafından icat edilse de, 1971’de ticari olarak inovasyon gerçekleştiren ve disketi ticari bir ürün haline getiren IBM’dir.
Fazla değil, sadece 7 yıl gibi kısa bir süre sonra, Philips, CD’nin (Compact Disc) prototipini geliştirdi.
Philips’in bu icadı, disketin kapasitesi ve kullanım zorlukları düşünüldüğünde gerçek bir devrimdi. Ama ne oldu biliyor musunuz? Şirket CD’yi ticari bir ürün şekline kavuşturup, piyasaya sürmenin, kendisi için kolay olmadığı kanısına vardı ve bir yıl sonra CD’lerin geliştirmesi, üretilmesi ve ticarileştirilmesi için gerekli yetenek ve kapasiteye sahip olduğunu düşündüğü Sony’nin kapısını çalarak stratejik bir ortaklık oluşturdu.
İki ortak, yeni ürünü kısa sürede uluslararası standartlara sahip olacak şekilde geliştirdi, üretti ve 1982’den itibaren dünya pazarlarında satmaya başladı. Philips ve Sony, birbirlerinin tamamlayıcı özelliklerini bir araya getirdiklerinden bu iş birliği çok başarılı oldu.
İnovasyonda başarılı olmak isteyen şirketler, değişimi ve yenilikçi gelişimi başlı başına ayrı bir iş olarak görmeliler.
Olabildiğince “iş birliği ağlarını” genişletmeliler. Çalışanlarından, müşterilerinden, hissedarlarından & yatırımcılarından, rakiplerinden, çeşitli sosyal organizasyon ve üniversitelerden, devletin ilgili bütün kurumlarından ve hatta fikri olduğuna inanan her kişiden istifade etmeliler. Dünyada hatırı sayılır cips üreticisi bir firmanın, bugüne kadar geliştirdiği ve piyasaya sürdüğü yeni aroma, çeşni veya farklı baharatlardaki ürünlerinden hangileri daha başarılı olmuş konusunda yaptığı araştırma neticesi ne olmuş biliyor musunuz? Kendi bünyesindeki Ar-Ge & Ür-Ge alanında çalışan gıda mühendislerinin ya da yüksek ücret ödediği pazarlama departmanında çalışan yöneticilerinin değil, neredeyse hiç bütçe ayırmadan, bedel ödemeden fikirlerini aldığı üniversiteli öğrenci gençliğinden gelen önerilerle ticari ürün haline gelen cips çeşitleri…