Hayatta olmanın ilk koşulunun, bir ömürle sınırlandırılmış olması olduğunu düşünüyorum. Bir ömürle sınırlandırıldığını fark eden insanın ilk aksiyonun ise ölümsüzlüğü aramak olduğunu. Şahsen hayatın sonlu olmasının hayatı anlamlı kıldığına inananlardanım. Ancak konumuz bu olmadığı için üzerinde durmayacağım. Ölümsüzlüğü arayan insanoğlu, bilim adamları aracılığı ile sürekli dünyanın ve insanın ortalama ömrünü uzatacak icatlar ve çözümler üzerinde çalışıyorlar. İş hayatına baktığımızda da durum pek farklı değil. Tıpkı insanlar gibi şirketlerin de bir ömrü var, dolayısıyla birçok şirket bir yaşam eğrisine sahip olduğunu ve bir yerde bu eğrinin sonuna yaklaşacağının farkında.
Bir araştırmaya göre ortalama şirket ömürleri Almanya’da 18, Fransa’da 9, İngiltere’de ise 4 yıl civarlarında. Fortune 500’e giren şirketlerin ortalama ömrü 40 yıl iken, dünya ortalaması 12 yıldan daha az.
Nasıl ki insanın yaşam süresini ve hatta kalitesini belirleyen iç veya dış etmenler varsa (stres, genetik, hastalıklar, vb.), şirketlerin de bu hayat sürelerini ve kalitelerini etkileyen etmenler var. Bunlardan bazıları, şirketlerin profesyonel yönetimden uzak kalması, rekabeti yönetememek, şirketin içerideki değişim hızının dışarıdaki değişim hızından yavaş kalması ve maliyet avantajını kaybetmek şeklinde sayılabilir. Elbette bu sebeplerin altında yatan bambaşka sebepler de var ancak bu yazı ile amaçlanan bu olmadığı için bunu da geçiyorum.
İşte firmaların yaşam sürelerini uzatmak ve inorganik büyümeyi sağlamak için uyguladığı yöntemlerden biri:
“Şirket Birleşme ve Satın Almaları” (Merger and Acquisation)
Son yıllarda belki dünya ticaretinin istenilen hızla gitmemesi belki de şirketlerin rekabet ve satın alma avantajlarının kaybedilmesi gibi sebeplerle firmalar, satın alma ve birleşme aksiyonları ile şirket ömürlerini uzatma yolunda önemli adımlar attılar. Peki evlilik aşkı öldürüyor mu? Kabul edelim ki burada kendi içerisinde bir çıkmaz da var. Ömürlerini uzatmak için aksiyon alan şirketler bir taraftan satın aldıkları şirketin sonlanmasına sebep olurken diğer taraftan da kendi ömürlerini uzatıyorlar.
Yapılan araştırmalar ise son yıllardaki şirket evliliklerinin %70’ten fazlası başarısızlıkla sonuçlandığını gösteriyor. Hatta dünyaca ünlü stratejist ve yönetim gurusu Arie De Geus, bir şirketin yaşam beklentisini azaltmanın en iyi yolunun satın alma veya birleşme gerçekleştirmesi olduğunu iddia ediyor. Bunun belli başlı sebepleri ise entegrasyon süreçlerinin iyi yönetilmemesi, kilit personellerin kaybedilmesi ve yanlış şirketin satın alınması vb. şeklinde sayılabilir.
Lojistik sektöründe son yıllarda belki her zamankinden daha fazla satın alma ve birleşme süreçleri yaşanıyor.
İlk akla gelenler DSV’nin UTI ve Panalpina şirketlerini, CMA CGM’nin CEVA şirketini, Maersk Sealand’in Hamburg Süd şirketini satın alması ile NYK, MOL ve K Line birleşmesinden ortaya çıkan ONE şirketi.
Her bir satın almanın kendi içinde başka sebepleri olduğu aşikâr. Ancak ilk akla gelenler genel sebeplerden farklı değil. Bu sebepler; maliyet avantajı sağlamak, inorganik büyümeye ulaşmak, satın alınan firmanın teknolojik ve kurumsal üstünlüklerini entegre etmek şeklinde sayılabilir. Tabi günün sonunda nihai amaç, büyümek ve daha uzun süreler hayatta kalmak. Ben Arie De Geus’un tüm dediklerine katılmakla beraber, satın alma süreçlerinde çok farklı bir tuzağın daha olduğunu düşünüyorum, hız ve adaptasyon tuzağı.
İnorganik büyümenin nihai amaç olduğu durumlarda eğer şirketler yeni yapıyı ve değişim hızını, sektörün hızı ile doğru orantılı bir şekle getiremiyorlarsa kaybediyorlar. Zira kabul edelim artık büyük balık küçük balığı değil, hızlı balık yavaş balığı yiyor. Yukarıda bahsi geçen sektörel satın alma ve birleşme örneklerindeki Danimarkalı iki şirket, değişim hızı ve satın alma konusunda geçmişlerindeki başarılar ile ünlüler.
Fransız CMA CGM de yine satın alma başarıları ile adından sıkça söz ettiriyor ancak hız konusunda sektördeki beklentileri ne kadar karşılayacağı bir soru işareti. Japonlar ise bambaşka bir kulvarda. Öyle ki Japonların değişim hızı ülke kültürleri sebebiyle her zaman soru işareti oluşturuyor. Ancak şirket ömürleri konusunda Japonların dünyaya verdikleri çok büyük dersler ve örnekler var. Bunu tek madde ile “Japon şirketlerinin ortalama ömrü 30 yıl” olarak belirtebiliriz.
Hız ile beraber unutulmaması gereken bir şey var, adaptasyon.
Amerikalı girişimci ve bilim adamı Astro Teller dünyadaki değişim hızı ile ilgili bir açıklamasında durumu aşağıdaki grafikle özetliyor.
Bu grafikten herkesin çıkaracağı dersler var. Yazı özelinde ilerlersek, teknolojiyi ve dünyayı yavaşlatmak artık mümkün olmadığına göre şirketler daha akılcı ve daha etkili bir iş, yönetim ve adaptasyon modeli geliştirmek zorundalar. Ancak bu tek başına yeterli olmayacaktır. Her bir çalışanını bu yeni iş ve yönetim modeline uygun bir biçimde daha akılcı bir eğitim modeli ile desteklemek zorundalar. Aksi halde daha büyük, ancak daha hantal bir şirket yapısına sahip olmuş olacaklardır ki bu %70’lik istatistiği artırmaktan başka bir anlama gelmeyecektir.