Yazıma üniversite hazırlık sıralarından beri tanışmış olduğum değerli arkadaşım Yüksel’e bu yeni oluşumunda başarılar dileyerek başlamak isterim. Umuyorum Lumbuzz her geçen gün daha fazla insana ulaşarak, onların günlük yaşamlarına mutluluk fısıldayan bir platforma dönüşür. Bilginin paylaşıldıkça güzelleştiği dünyamızda, bilgi paylaşmak amacıyla ortaya çıkan Lumbuzz’un yolu açık olsun.
Özellikle son yıllarda çok fazla duymaya başladığımız “dijitalleşme” sözcüğü artık hemen herkesin kabullendiği bir yeni çağ olarak kabul edildi. Bununla beraber “blockchain, cloud, digital marketing” gibi İngilizce kavramlar da o kadar hayatımızın içine girdi ki yeri geldiğinde konu dijital dünyadan açılmışken bir çoğumuz bu isimleri kullanarak aslında günü kurtarmaya çalışıyoruz. Açıkta saklanmak için mükemmel terimler oldukları için seviyoruz da onları.
Dünya insanlık tarihi olarak ortak geçmişe sahip olsak da birey olarak her birimiz kendi geçmiş yaşamlarımızın sonucu olarak farklı pozisyonlarımızın oluşturdukları farklı pencerelerden dünyaya bakmaktayız (burada altını çizmeye çalıştığım “farklılık” bir pozisyon üstünlüğünden ya da kıyaslamadan öte “çeşitlilik” anlamı ifade etmekte). Bu farklılık, güneşin her gün doğuşu kadar son derece normal ve gerekli de bir durum. Ben de kendi penceremden dijital dünya ile ilgili naçizane fikirlerimi, zaman zaman bu platform aracılığı ile paylaşmaya çalışacağım. Benim için en güzel tarafı ise sorumluluk hissinin etkisi ile açıkta saklanmaktan çok, araştırıyor ve okuyor olmam olacaktır. Bu anlamda Lumbuzz’un bana daha yayına açılmadan olumlu katkı yaptığını söylemem oldukça yerinde olacaktır.
1990’ların başlarında henüz bir çocukken izlediğim 1984 yapımı Terminatör 1 filminin bizleri çok etkilediğini hatırlıyorum.
Ertesi günlerde herkes okulda insan suretindeki robotlardan ve onların ölümsüzlüğünden bahsediyordu. Dünyaya ışınlanma sahneleri, zamanda yolculuklar, kavga ve kovalamaca sahneleri nefes kesici olmalarının yanı sıra, bir o kadar da ütopik gelmekteydi. Filmde geçen bir “skynet” sözcüğü ise benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Bırakın cep telefonlarını veya tabletleri, henüz renkli televizyonlara yeni geçilen bir dönemden bahsediyorum.
Yıllar sonra 2008 yılında arkadaşlarla bir araya gelerek bir web sitesi oluşturma kararı almıştık. Kısa süre sonra site ismi, domain, hosting vb. düzenlemeleri bitirdikten sonra web sitesini yayına aldık. Beklediğimiz o muhteşem başarıya tabii ki de ulaşamadık o dönemde (öyle ki sadece kapıdan içeriye bir adım atmış olduğumuzu dahi yıllar sonra anlayacaktık).
Birkaç hafta sonra web sitesinin performansını değerlendirmek amacıyla bilgisayar programcısı arkadaşlarla bir araya geldik. Küçük bir odada bize rakamlarla bilgiler veriyorlardı. Şu kadar günde şu kadar kullanıcı giriş yaptı, ortalama şu kadar dakika web sitenizde kaldılar vb. Bu bilgilere nasıl ulaştıklarını sorduğumuzda ise gelen yanıt ile birlikte hayatımda beni çok etkileyen ve birçok insan için radikal denebilecek kararları almamı sağlayan iki sözcük ile o gün tanışmış oluyordum; “Google Analitik”.
Peki neydi bu “Google Analitik”?
Bir web siteniz varsa Google Analitik bölümüne üye oluyor ve bir kod alıyorsunuz. Bu kodu sayfanıza yerleştirdikten sonra ise şu verilere anlık olarak ulaşabiliyorsunuz; web sitenizi bugün, bu hafta, bu ay, şu an kaç kişi ziyaret etti. Hangi ülkelerden hangi sayılarda geldiler. Ortalama kaç dakika harcadılar. Masaüstü, dizüstü, tablet ya da mobil bağlananların sayıları. Hangi sayfaları incelediler. Şu an canlı olarak kaç kişi web sitenizde; hangi ülke, hangi şehir, hangi ilçeden geliyorlar vb. Bu gücün olağanüstülüğü karşısında tüm bildiklerimi tekrar sorguladım diyebilirim. Adeta hayatımda yer kaplayan büyük bir boşluğu kapatıyor gibiydi. Öyle ki çocukluk yıllarımda anneme şu soruyu sorduğumu hatırlıyorum.
Anne, tanrı herkesi görüyor ve duyuyor mu her an?
Evet, hepimizi görüyor ve duyuyor.
Farklı şehirlerdeki akrabalarımızı örnek veriyordum, “Şu an hem bizi hem de onları, hatta ta Amerika’daki insanları da mı duyuyor?” diyordum. Annemin yanıtı değişmeye dursun, benim inanç sistemimde hâlâ tam olarak kapatılmamış bir dosya beklemede duruyordu. Bu beni aşar düşünmemek lazım şıkkı o dönemlerde çoğu kez bir sonraki soruya geçmeme yardımcı olmuştur.
Google Analitik sonrası bunun aslında mümkün olduğunu anladım; eğer siz online dünyaya bir şekilde bağlı iseniz.
Yani çevrimiçi iseniz; online dünyadaki her hareketiniz her an duyuluyor ve biliniyor. İnternet adını verdiğimiz bu parçacık her zaman sizinle oluyor. Eğer insanların çoğunluğu, her şeye hakim olan, bütün sistemi yöneten güce tanrı adını veriyorlarsa o halde internete de tanrı parçacığı adını vermek, içinde bulunduğumuz çağ itibarıyla çok da yanıltıcı olmazdı. En azından o günden sonra benim için öyle oldu.
İnternetin bulunuşu ve taşıdığı gücün önemi ise çok daha eskiye dayanıyor; 1984 yılında dünyamızda yayınlanan bir filmde “skynet” isimli bir ağdan bahsediliyorsa. Bu güç filme konu olacak kadar özümsenmiş ise eğer, 1980 yıllarında dünyamızın bir kesiminin dijitalleşme ve teknoloji konusunda bizden ne kadar önde olduğunu anlamamız zor olmayacaktır. Bunun korkulacak ya da kıskanılacak bir durum olduğunu düşünmenizi istemem. Bugüne kadar yaşanmış ve yaşanmakta olan her olayın kendinden önceki zaman dilimlerinde gerçekleşenlerin bir sonucu olduğu gerçeğine inanan insanlardanım. Buradan geleceğe yön verebilmenin bizim elimizde olduğu sonucunu çıkarabiliyor olmak belki de beni bu düşünceye sıkı sıkıya bağlanmaya yönlendiriyor.
Dünyamızda son yüzyılda alınan yol bize her ne kadar inanılmaz uzun gelse de, henüz keşfedilmeyi bekleyen yolun uzunluğunun yanında görülemeyecek kadar küçük olduğunu kanıtlarcasına yoluna devam etmekte insanlık tarihi. Bu ise yolun gerisinde kaldığını düşünen herkese umut vermeli. Daha keşfedilecek çok fazla yol var. En basit örneğini verecek olursam; günümüz sayı sisteminde 1 sayısını 3 sayısına tam olarak bölememekteyiz.
Bir sonraki yazımda internetin ortaya çıkışından günümüze kadar olan gelişimini ele almaya çalışacağım.
Online dünyada görüşmek üzere; kalın sağlıcakla…