Herkese merhabalar.
Bazı yeniliklerde olduğu gibi internetin ortaya çıkışında da savaş sanayisinin desteğinin olduğunu belirtmemiz herhâlde çoğumuzda şaşkınlığa sebep olmayacaktır. Artık bu tarz bilgilere yine internet sayesinde çabucak ulaşabiliyoruz. Güneş gözlüğü nasıl savaş sanayisi tarafından ortaya çıkarıldıysa, bir metropolde gördüğünüz insanların çoğunluğunun gözlerini ellerindeki küçük cihazlara odaklamalarına neden olan internetin ortaya çıkışında da en önemli desteği veren kuruluşlardan birisi ABD Savunma Bakanlığı’dır.
İnternetin ortaya çıkış tarihi ise 1969 yılına kadar gidiyor. Tabi bu bizim bildiğimiz işlenmiş halini alan internet değil. Henüz www (world wide web) şekline ulaşmamış bir durumda. Yani bir buluş var ortada ama henüz yaygın ve kolay kullanılacak bir ürüne dönüştürülememiş. Bildiğimiz www halini ise 1989 yılında İngiliz bilim insani Tim Berners Lee’nin katkısı ile alıyor. Yani bulunuşundan yaklaşık 20 yıl sonra.
Çok uzun gibi görünebilir bu süre ama sanırım buluşun öneminden dolayı biz genel kitleye nasıl sunmaları gerektiğini düşündü bilim insanları arada geçen bu 20 yıl içinde. Sonrasında ise internetin dünyamıza olan inanılmaz etkisi bir ağ alt yapısı ile yazılım altyapısının birleşmesi ile başlamış ve hâlen devam etmektedir.
İnternetin Gönüllü Çalışanları ve Yeni Dünya Düzeni
Günümüzde milyarlarca insan bu yeni ürünün hem tüketicisi hem de gönüllü bilgi üreticisi haline gelmiştir. Hepiniz öylesiniz diyebilirim, çünkü an itibari ile internette olma ihtimaliniz oldukça yüksek. Buna yine normal diyebiliriz çünkü dünyadaki internet kullanıcılarının sayısı her geçen saniye hızla artmakta. Tıpkı dünya nüfusunun son 60 yılda hızla artması gibi.
Aşağıdaki grafikleri incelersek bu artış oranları bizlere inanılmaz gelebilir. Daha ilginç olan ise özellikle dünya nüfus artışının hızlanmaya başlama tarihi ile internetin ortaya çıkış tarihlerinin birbirine çok yakın durması. Hızla artmaya başlayan ve henüz artışın ilk evresinde olan dünya nüfusu, internetin buluşunu tetiklemiş gibi görünüyor. Sanki internet bize verilen en büyük ödüllerden biri. Madem milyarlara ulaşacağız, o halde internet olmalı. Yoksa yaklaşık 8 milyar insan ne yapardık. Posta memurlarını, mektupları düşünün… Tamam nostalji güzeldir ama hangimiz at üstünde şehirler arası yolculuk yapmak isteriz ki uçaklar ortaya çıkmışken?
Dünya Nüfus Artışı
Dünyadaki İnternet Kullanıcılarının Sayısı
Neyse ki internet ve yazılım mühendisliği bunu değiştirmiş ve liderliği ele almış durumda. Bugün sanayi devrimi ile liderliği ele alan devasa petrol şirketleri bile kenarda kalmış durumda. Hatta internet şirketleri onlardan bir tur fazla atmış durumda bu yarışta. Google ve Apple’ın borsadaki piyasa değerleri 1’er trilyon doları aşarak dünyanın varoluşundan bugüne kadar geçen sürede görülmüş olunan en üst seviyelere ulaşmış durumda. Üstelik durmaya niyetleri de yok gibi. Google, dünyada insanlar tarafından günlük en çok görünenler listesinde güneş ve aydan sonra 3. sırada kendine yer buluyor gibi.
Dünya Sınırlarına Ulaştı mı? Beklenen Son Yaklaşıyor mu?
Özellikle son yıllarda dünya nüfusunun hızla artması bir takım şüphelerin de hızla ortaya çıkmasına sebep oluyor. Küresel ısınma ve buzulların erimesinden, içilecek su bulunamamasına kadar. Biyolojik silahlardan, uzaylıların bir gün bizi fark edip dünyaya saldırmasına kadar (çok ilerlemeyin bizi görmesinler).
İnternetin bile dünyanın sonunu getireceğine inanan insan sayısı hiç de az değildir. Hatta 21.12.2012’de dünyanın sonu gelecek diye İzmir Şirince’ye giden çok yakın bir arkadaşım var. Bu örnekleri artırabiliriz. Bu tarz korkular bizimle beraber oldukları için Hollywood için de bulunmaz malzeme değeri taşıyor.
Benzer konu aslında eski komedi filmlerinden Vizontele’de güzel bir şekilde işleniyor. Demet Akbağ’ın en başından beri uğursuz olduğuna inandığı televizyondan aldığı kötü haber sahnesini hatırlayın. Korkularında haklı çıkıyor. TV onun için korkutucu, çünkü yeni…. Yeni olan her şey bizi korkutuyor. Milyarlara ulaşan nüfus, internet adını verdiğimiz, içinde bulunduğumuz evren gibi sürekli genişleyen ve gelişen güç, buzulların seviyelerinin değişmesi, on binlerce km uzakta oluşan hastalıkların ve doğa olaylarının saniyeler içerisinde tüm dünyaya servis edilebiliyor olması…
Bu karamsarlığa tamamen karşıyım. Korkular, kısacık insan ömründe, sisteme yapabileceğimiz limitli katkıyı engellemekten başka ne işe yarıyor ki?
Kendimizi bir mum gibi düşünelim. Yanıp ortama ışık ve ısı verip görevimizi tamamlayacağız. Hepsi bu aslında. Dışarıdan gelmesine izin verdiğimiz bu rüzgârlar ise sönmemize, ışığımızın zayıflamasına neden oluyor.
Bize verilen kısacak zamanda ne yapmamız gerektiğini bilmeli ve buna odaklanmalıyız. Yaklaşık 200 bin yıllık insan geçmişini düşünürsek; kendimize, çocuklarımıza, ailelerimize ve hatta evcil hayvanlarımıza (yükselen trend) yüklediğimiz o özel anlam aslında çok anlamsız. Büyük olasılıkla 110 yıl sonra tanıdığımız kimse hayatta olmayacak. J.R.R.Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi kitabındaki Gandalf karakteri ölümü çok güzel tanımlıyor aslında.
Son mu? Hayır, bu yolculuğun sonu değil. Ölüm sadece başka bir yoldur, hepimizin aşması gereken. Bu dünyanın gri yağmur perdesi kalkar ve her şey gümüş bir aynaya dönüşür ve sonra görürsün.
İnternet ve Geçmişimizi Silebilmek
Korkmamız gereken bir şey varsa bunun kötü düşüncelerimiz ve samimiyetten uzak davranışlarımız olduğuna eminim. İnterneti çok seviyorum çünkü hayatın çok basit bir aynası gibi. Örneğin; neredeyse hepimiz hoşlandığımız ama bilinmesini istemediğimiz davranışlarda bulunmuşuzdur internette. Ama geçmişi silerek, ama çerezleri temizleyerek veya sahte hesaplar açarak saklanmakta başarılı da olabilmiştir çoğumuz. Bunlara benzer sayısız örnek verilebilir.
Bir an için insanın, doğumu esnasında ciğerlerine çektiği o ilk nefes ile ölümü esnasında verdiği o son nefes arasında geçen sürede aslında internetten daha kapsamlı bir platforma bağlı yaşadığını düşünün. Her anımız, her düşüncemiz, her davranışımız kaydediliyor. Neler düşünüyor, ne davranışlarda bulunuyorsak… Dışarı verdiğimiz her nefeste kalbimizde üretilmiş düşünce kodlarımızı evrene salıyoruz. İçimize çektiğimiz her nefeste ise az önce evrene verdiğimiz nefesin karşılığı olarak otomatik komutlar ulaşıyor beynimize. Bizi hak ettiğimize ulaştıracaklar belki de. Az önce ürettiğimiz düşünceler ve davranışların karşılığı olarak…
Hepimizin kendimizin dahi hatırlamak istemediği davranışları olmuştur. Ya da yalnızken yaptığı, kimsenin göremediği sırları… Bunların gizliliği önemli değil mi? Aslında gizli hiçbir sırrımızın olmadığına inanıyorum.
İnsan var olmayan hiçbir şeyi üretmiyor. Bütün buluşlar aslında evrende var. Onları keşfederek bir sonrakine yelken açıyor sadece. Dolayısı ile internet gibi, davranışlarımızı kayıt altına alan ve ölçebilen bir buluşa ulaştığımızı biliyorsak, bunun çok daha ötesinde bir sistemin içinde yaşadığımızı düşünmemiz en doğal hakkımızdır. Yapmamız gereken o hâlde şeffaf olmak.
Duygularımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımız ile açık olmak. Klavyelerimizde kısayol tuşları ile geçmişi temizleyebiliyoruz. Hayatımızda bir kısayol tuşu yok geçmişimizi temizleyebilmek için. Şeffaf olmak kendimize ve dünyamıza yapacağımız en büyük iyilik olabilir. Şöyle bir düşünelim. Kendimizi en çok kimlerin yanında huzurlu hissediyoruz? Tabii ki gerçek dostlarımızın… Çünkü yanımızda gerçek bir dostumuz varsa eğer şeffaflık, içinde bulunduğumuz ortamı çoktan sarmıştır. Kimseye bahsedemediğimiz gizler çıkıverir dışarı karşılıklı olarak. Akıp giden zamanı fark edemezsiniz. Sizin düşündüğünüz ama o ana kadar kimse ile paylaşmadığınızı ondan duymak sizi yalnız olmaktan alıkoyar. Yani en büyük korkumuz olan yalnız kalmaktan…
Şeffaflıkla dolu günlerde tekrar görüşmek dileği ile…
Kalın sağlıcakla…