Bir arkadaşım anlattı, çalıştığı şirketteki neredeyse herkesle birlikte tam bir yıldır pandemi nedeniyle evlerinden devam ediyorlarmış günlük mesailerine. “Demek ki olabiliyormuş!” dedi. Nedir olabilen diye sordum, vereceği cevabı aslında tahmin ettiğim hâlde. “Baksana koca bir yıl evden çalıştık. Hiç şirkete, ofise gitmedik ve her şey yolunda. Yani işlerimizi bu şekilde yönetebiliyoruz.” dedi.
Her şey yolunda dediği, farkında bile değildi ama aslında sadece kendisi dâhil bütün ekibin günlük, haftalık, aylık ve hatta yıllık “rutin”leri. Kendisine yaptığı işi ve çalıştığı şirketin faaliyetlerini sorgulayan, düşünmeye sevk eden bazı sorular sordum. Çoğunlukla aldığım cevap şu oldu: “Bilmiyorum, burada işler böyle yürüyor!”
Birçok şirket home office düzenine temelli geçiş arifesinde. Bunu “Yeni Çağ’a” ayak uydurma yolunda kendilerince bir devrim gibi görüyorlar üstelik. Evden çalışma düzeniyle ilgili herhangi bir sorunum yok. Ama dikkatimi çeken ve paylaşmak istediğim iki konu var.
İlki, birçoğu farkında olmasa da, çalışanların evden çalışma sisteminde modern köle hâline gelmeleri. Daha konforlu, ne de olsa kendi evinden çalışıyor düşüncesiyle, üstleri veya patronları tarafından mesai saati olup olmadığına bakılmaksızın iş için “sürekli teyakkuz hâlinde” tutuluyorlar. Çeşitli maillere cevap verme, veri analizleri, raporlamalar vb. gibi iş yerinde normal mesai saatlerinde yaptıkları işi artık neredeyse 24 saat süresince yapıyorlar. Bence bu sağlıklı ve sürdürülebilir bir çalışma sistemi değil.
Home office çalışanın da “normal iş yerinde çalışan” personel gibi “normal mesai saatlerinde” çalışması gerekli.
İkinci konu, home office meselesinden bağımsız olarak, giderek yaygınlaştığını gördüğüm, bir nevi zihinsel atalet olan entelektüel tembellik hastalığıyla ilgili. Bu öylesine yaygın ve sinsi bir sendrom ki, ara sıra hepimizi fark ettirmeden ziyaret ediyor. Bazıları bu sendromla bir ömür geçiriyor haberleri bile olmadan.
Yıllardır uygulandığı için, sorgulamadan aynı eylemlere devam ediyor olmak, en belirgin göstergesidir bu sendromun. Günlük rutin içerisindeki koşuşturma ve verimsiz toplantılarla beslenir, işin mantığını kavramadan alışkanlığa dönüşmüş reflekslerle uygulanan iş yapış şekilleri vardır özünde.
1970’lerde Dr. Martin E.P. Seligman tarafından ortaya atılan öğrenilmiş çaresizlik kuramı, bir kez kurum kültürünün alt kademesine yerleştiği zaman günlük rutin işler yolunda gidiyor gibi görünse bile yenilik, verimlilik, inovasyon, etkili çalışma gibi kavramlar o kurum için değerini kaybeder. Çalışanlar, ürettikleri fikirlerin önemsenmeyeceğini bilerek çalışmaya devam etse de, bir süre sonra denemeyi bırakıp, ya çalıştıkları kurumları terk ederler ya da yeni şeyler düşünmekten, rutinleri sorgulamaktan vazgeçerler.
Yeni gelişmelerin baş döndürücü bir hızla, ardı ardına yaşandığı çağımızda tecrübelerin son kullanım tarihleri tahmin edilebilecekten de yakın!
O nedenle yeni bakış açısı geliştirmekte yarar var. İş hayatıyla ilgili geleneksel varsayımlarla hareket etmek bence en büyük entelektüel tembelliktir. Düzenli olarak gözden geçirilmeyen, yeni gelişmeler doğrultusunda meydan okunmayan inovasyonlar bile bu tembelliğin sonucudur.
Tesla’nın kurucusu Elon Musk yaptığı bir konuşmada, “entelektüel tembellik” konusuna dikkat çekti. CEO Council toplantısında Musk, “Artık finans, konferans ve toplantılar, sunumlar için daha az zaman harcayın. Zamanınızı ürününüzü harika hâle getirmeye ayırın.” diye seslendi.
Şirket tablolarıyla aşırı derece ilgileneceğinize fabrikalarınıza gidin, müşterilerinizle iletişim kurun. İnovasyon, her zaman çığır açan bir buluştan gelmez. Sürekli iyileştirmeye de odaklanmanız, bu konulara kafa yormanız lazım. Ben fabrikaya gittiğimde, araba kullandığımda ya da roketleri düşündüğümde, işler daha iyiye gidiyor.
Bir grup bilim adamı, öğrenilmiş çaresizliği gözlemlemek ve raporlamak için 5 tane maymunu bir odaya koyarlar.
Odanın tam ortasına tepesinde taze muzlarla dolu bir sepet olan uzunca bir merdiven yerleştirilir. Ne zaman maymunlardan biri muzlara erişmek için merdivende tırmanışa geçse, tavandaki fıskiyelerden odadaki maymunların üzerine soğuk su boşaltılır. Birkaç denemeden sonra, maymunlar muzlara erişmeye çalışmaz. Deneyin sonraki her aşamasında mevcut gruptaki bir maymun yenisiyle, daha önce odaya alınmamış başka bir maymunla değiştirilir. Her yeni gelen maymun doğal ve içgüdüsel olarak muzlara yönelir ancak, odadaki “tecrübeli” maymunlar tarafından feci şekilde dövülüp engellenir. Öyle ki bir süre sonra, odadaki tüm maymunlar yenilenmiş oldukları hâlde, yani aralarında soğuk suyla ıslanan olmadığı hâlde, her yeni gelen ve muzlara ulaşmaya çalışan maymunu döverler. Döven daha önce aynı teşebbüste bulunup da dayak yediği için dövmektedir. Muzları almaya çalışmamak gerektiğine şartlanmıştır ama nedenini bilmez. Eğer bir şekilde, bu son gruptaki maymunlara neden muzlara erişmeye çalışanları dövüp engel oluyorsunuz diye sormak mümkün olsaydı, muhtemelen şöyle bir cevap alacaktık. “Bilmiyorum, burada işler böyle yürüyor!”