Tarih, bütün koşulların olumsuz görünmesine, sahip olunan imkânların yetersiz olmasına rağmen, kararlı bir şekilde hedefi doğrultusunda ilerlediği ve mücadele ettiği için, zaferi elde eden nice lider, ülke ve hatta şirket örnekleriyle doludur.
Bu cümleyi okuduğunuzda aklınıza birkaç örneğin hemen geldiğine eminim. Zaten, bütün şartların lehine olduğu, tamamen avantajlı ve üstün konumda olan bir ordunun, liderin, şirketin, bir sporcunun ya da spor takımının, beklenen bir zaferi elde etmesiyle, “aklımızda yer edinmesi” gerçekten mümkün mü?
COVID-19 salgınının tüm dünya ekonomisini olumsuz etkilemesiyle birlikte, gayet anlaşılır sebeplerden ötürü, bazı sektörler (kargo & kurye firmaları, e-ticaret firmaları vs.) altın çağını yaşıyor. Ancak sıkıntıda olan sektörler ve şirketler maalesef çoğunlukta.
Tehlikeli süreçten geçen, olumsuz koşulların yol açtığı türlü sorunlara maruz kalan sektörlerden biri bilindiği üzere turizmdir. Peki, mevcut olumsuz koşullara rağmen, bir otelin doluluk oranını yükseltmesi, satış hedeflerine ulaşması mümkün müdür?
Dünya genelindeki çeşitli kısıtlamalara rağmen, mevcut potansiyel ülkelerden yabancı misafirleri ağırlamaya çalışmanın yeterli olmayacağı çok açık.
Elbette sadece yabancı turist ağırlayarak, doluluk oranını (sezona geç başlansa da) sezon sonuna kadar yüksek tutmayı başarabilen istisna birkaç otel olacaktır. Ancak hiç değilse 2020 yaz sezonu için esas odaklanılması gereken bence yerli ve gurbetçi turisttir.
2019 yılında çeşitli sorunlardan bunalan toplum, 2020 yılında daha büyük ve küresel çapta sorunlarla yüzleşmek zorunda kaldı. Ekonomik sıkıntı yaşayan büyük kalabalığın olduğu bir gerçek. Ancak karantina günlerinden sonra, artık bunalım ortamından uzaklaşmak isteyen, ailesiyle tatil yapmak isteyen ve bunu sağlayabilecek finansal olanaklara sahip kişilerin sayısı da küçümsenmeyecek boyutta.
Turizmci olmasam da, gözlemlediğim başka bir gerçek var.
Yazlığı olduğu hâlde çeşitli sebeplerden (yazlık evin ve eşyaların eskimesi, aile üyelerinin yeni yerler görmek istemesi, daha fazla konfor & lüks ihtiyacı vs.) otellerde konaklayarak tatil yapmak isteyenlerin sayısı hızla artıyor. Üstelik konaklama süreleri özellikle bazı tatil beldelerinde artmaya başladı. Sadece hafta sonları değil, 10-15 gün ve daha fazla süreler için konaklama isteği var. Otel işletmecilerinin bireysel hareket edip, farklı sektör ve yakın sektör mensubu firmalarla işbirliği yapmadan, sadece oda fiyatlarında indirimler yapması doğru bir satış taktiği değildir! Bu noktada turizmcilere düşen, dayanışma hâlinde, organize olmak ve bireysel egolardan uzak, samimi işbirlikleri yapmaktır.
Ortak promosyon ve tanıtım faaliyetleri yürüterek, tatilcilere farklı ve cazip avantajlar sunmaları akıllı bir strateji olacaktır. Birçok kişinin bu düşüncelerime olumsuz yaklaşacağını tahmin ediyorum ama kendi iyilikleri için karamsar olmasınlar ve yaşanmış gerçek başarı öykülerine odaklansınlar.
1965 yılına kadar memleketleri olan Gaziantep’te yaşayan bir aile, bu tarihte İstanbul’a göç eder. Tahtakale’de hırdavat ticaretine başlar. 70’li yılların sonuna doğru Kıbrıs’ta turistik eşya satılan bir dükkân açar. O yıllar ülke oldukça karışık vaziyettedir. Okulda bir gün bomba patladıktan sonra küçük oğulları İskender’in Vefa Lisesi’nden mezun olmasını beklemeden 1979 yılında ağabeyi Adil’in yanına Kıbrıs’a okumaya gönderirler.
12 Eylül darbesinin gerçekleştiği ay, İskender üniversite eğitimi için İngiltere’ye gönderilir.
Orada öğrencilik yıllarında tüccar bir aileden gelmenin ve ticari zekâya sahip olmanın avantajlarını yaşar. Londra’da Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgedeki ilk kuyumcu dükkânını açmak gibi, başarılı tecrübeler edinir. 90’lı yılların başında, elektronik ürünlerin ticaretini yapmakta olan ağabeyi Adil’in de ısrarıyla Türkiye’ye döner. Uzakdoğu’dan Sony, Pioneer gibi markaların çeşitli ürünlerini (müzik setleri, televizyon gibi) ithal edip satan aile, 90’ların sonuna doğru birçok firmanın Türkiye’de satış ofisleri açıp, kendi distribütörlüklerini kurmaya başlamasıyla, kazançların düştüğünü görür. Tehlikeyi sezer ve bu piyasadan çekilir.
1997 yılında mali müşavirlerinin tavsiyesiyle kaba inşaatına baktığı Çeşme’deki Turban Oteli’ni satın alırlar. 19 Mayıs 2000 tarihinde Starwood grubuyla anlaşma sağlamayı başaran İskender Dilek, bir ilki daha gerçekleştirir ve ünlü otel zincirinin konseptlerinde olmadığı hâlde Sheraton Otel zincirinin franchise haklarını alır.
Akıl almaz kampanya ve pazarlama aktiviteleri gerçekleştirerek, (Tahtakale promosyon zekâsıyla) ölü sezonda, ilgili tarih aralıklarında Çeşme’de konaklayan müşterileri, uçak biletleri ve tüm konaklama masraflarını karşılayarak, Viyana, Roma, Paris, New York, Dubai gibi yurt dışındaki şehirlerde tatile gönderir. Turizm sektöründeki bu tarz pazarlama aktiviteleri sadece Türkiye’de değil, dünyada çok ses getirir. Çeşme ve Alaçatı’nın bugünlere gelmesinde, Çeşme Sheraton Otel’in elde ettiği başarıların, yani aslında Dilek kardeşlerin rolü çok büyüktür!
Ticari yaşamda yol alırken dikkat edilecek en önemli unsurlardan biri şüphesiz sürekli yeni gelişen durumlara göre pozisyon alabilmek ve strateji geliştirebilmektir. Sadece banka kredi ve vergi borçlarının ötelenmesi, çalışan personel için sigorta ve maaş desteği gibi devletten beklenenlerle muvaffak olunup sürecin atlatılabileceğine inanmıyorum. Karamsar bir ortamda bile, kendi geleceği için bakış açısını değiştiren, rotasını çizip yaratıcı aksiyonlar alarak mücadele eden firmaların devletten hiçbir destek almasa bile başaracaklarını biliyorum. Birkaç yıl sonra, yaşamakta olduğumuz bu dönemi incelediğimizde, sektörü genel olarak kötü bir süreçten geçtiği hâlde, ilerlemesini sürdüren, hedeflerine ulaşan şirketler dikkatimizi çekecek.
Malum… Kaptanın hünerlisi, fırtınalı havada, dalgalı denizde belli olur!