1920 yılının 11 Eylül sabahında, bağlı olduğu limandan Fransa’nın Marsilya kentine doğru hareket eden gemideki yolculardan biri olan 16 yaşındaki gencecik bir adam, gelecekte sadece ülkesinin kaderini değil, tüm dünya dengelerini değiştirecek bir yolculuğa çıktığının belki de tam olarak farkında değildi. Ama yine de, babası Batı dünyasını yakından tanımasını, ülkesinin ve halkının “gerçek durumunun” ne olduğunu mutlaka öğrenmesini nasihat ederek uğurladığı için, üstlendiği görevin ve sahibi olduğu sorumluluğun bilincindeydi.
Zaten gençliğinin altı senesini harcadığı, her açıdan yabancı olduğu bu ülkede ufkunu genişletmek, yeni donanımlar kazanmak için her fırsatı değerlendirdi. Fransızca dili ve kültürü eğitimi alan bir öğrenci değildi sadece, geçimini sağlamak zorunda olan bir işçiydi aynı zamanda. Yapay çiçek üreten atölyelerden tutun, denizaltı ve top namluları üreten demir & çelik fabrikalarına kadar, irili ufaklı birçok farklı ölçekteki sanayi kuruluşlarında çalıştı. Hatta 1925 yılında Fransa’yı terk edene kadar, Renault otomobil fabrikasında da çalıştı.
Anavatanlarında köklü ailelerden ve elit kesimden gelmiş olsalar da, sayısı 1.600 civarındaki diğer Çinli öğrenci-işçiler gibi, Fransızların yapmak istemedikleri işleri yapmak zorunda kaldı ama sürekli olarak Fransız çıraklardan çok daha düşük ücret alabildi. Doğal olarak radikalleşti ve dünya görüşü şekillendi. 8 Ocak 1926 günü önce Moskova’ya, sonra anavatanı Çin’e gitti.
Çin, 1978 yılında Deng Xiaoping liderliğinde, binlerce yıldır süren içe dönük stratejisini terk ederek, dünyaya açıldı.
74 yaşına kadar, ülkesinin fiilen yönetimini üstlenmeyi sabırla bekleyen bu ihtiyar delikanlı, Fransa’da geçirdiği gençlik yıllarını ve edindiği tecrübeleri hiç unutmamıştı! Mao’nun 1976’da ölümüne kadar aşırı merkezileşmiş ekonomi modelinin etkin çalışmaması yüzünden, ülke artık sadece Batılı ülkelerin değil, Asya’da yükselen, küçük komşular olan yeni sanayi ülkelerinin de (Hong Kong, Singapur, Tayvan, Güney Kore) gerisinde kalmıştı. Bu, Çin halkı ve devleti için onur kırıcı bir durumdu!
Bu nedenle, kendisi gibi değişim isteyen güvenilir bir yönetici ekibi kurma konusunda zorluk yaşamadı. Ülkesinin kaderini değiştirecek konuma ulaşana kadar gösterdiği sakinliği muhafaza ederek, hızla gaige kaifang (reform ve dışa açılma) politikalarını uygulamaya girişti.
Deng’in temel yaklaşımı gerçekçilik üzerine kuruluydu; ideolojiye değil, ekonomik gelişime öncelik verdi. 22 Aralık 1978’de Çin Komünist Partisi 11. Merkez Komite 3. Genel Kurulu Toplantısı sonuçlandığında alınan kararlar açıklandıktan sonra, yaşlısından gencine toplumun her üyesine özgüven aşılamak, zenginlik ve güzelliklerle dolu bir gelecek hayal etmelerine destek olmak için uygun olan her yere motive edici ve bilgilendirici posterler asıldı.
Bütün halkın inanması istenen mesaj gayet kısa ve netti. Çin, yapabilir!
Çin’in 1978’de başlayan dünya ekonomisine entegrasyon süreciyle günümüze kadar nasıl bir gelişim sergilediği, neredeyse bütün ürünlerde dünyanın üretim merkezine dönüştüğü sanıyorum herkesin malumu. Ancak özellikle dikkat çekmek istediğim bazı hususlar var. Bir ülke yaşadığı bir felaket neticesinde, sadece fabrikalarını değil, çeşitli zenginliklerini, en önemli kaynak olan insanlarını & iş gücü potansiyelini bile kaybedebilir.
Eğer yeterli seviyede irade sahibi ve akılcı bir yönetim sergileyebilen bir iktidar tarafından yönetiliyorsa, iş gücü & insan bile ithal edilebilir (2. Dünya Savaşı sonrası Almanya örneğinde olduğu gibi). Bana göre en kritik kaynak olan insan faktörü, başlı başına, ülkelerin nasıl yönetildiği, ekonomik olarak ne durumda oldukları ve hatta nereye doğru ilerlemekte olduklarını anlamak için muazzam bir göstergedir. Yani bir ülkede iyi eğitim alan öğrenci sayısı, yurt dışında okuyan öğrenci sayısı, mezun olup, iş yaşamına başlayıp, tecrübe edinip anavatanına dönen öğrenci sayısı, ülkede eğitim görmekte olan yabancı öğrenci sayısı, ülkede çalışmakta olan yabancı sayısı vs. gibi.
Gelişmiş bir ülkede eğitim ve çalışma tecrübesi olan bir liderden doğal olarak beklenebileceği üzere, Deng Xiaoping ve Çin yönetimi oldukça bilinçli ve planlı bir şekilde Çinli gençlerin yurt dışında çeşitli ülkelerde eğitim almalarını ve daha yüksek teknolojilere ve farklı kültürlere adapte olmalarını sağladı. Daha da önemlisi, yabancı ülkelerde eğitim alan gençlerin geri dönüp, ülkelerinin yükselişine destek vermelerini sağladı. (Deng’in ölümünün ardından günümüze kadar bu başarı devam etmiştir. Sadece 2016-2019 yılları arasında 2 milyonun üzerinde Çinli öğrenci çeşitli Avrupalı ve Amerikan üniversitelerinde eğitim gördükten sonra ülkelerine dönüp iş hayatına atıldılar)
Tahmin edileceği üzere dünyada öğrenci mevcudu en yüksek ülke Çin’dir.
Uzun yıllardır, okullarda anadil dışında İngilizce eğitim de verildiği için, ilginç bir şekilde dünyada en fazla İngilizce dilini konuşabilen insan topluluğu İngiltere ya da ABD’de değil, Çin’dedir!
2021 yılı için eğitime ayrılan bütçe neredeyse trilyon dolardır! (ABD’nin toplam eğitim harcamalarından yaklaşık %35 daha fazla). Anlaşılacağı üzere her alanda olduğu gibi ekonomik ve teknolojik ilerlemedeki en önemli faktör elbette insandır! İnsan kaynağına yatırım yapan her şirket gibi, ülkeler de yatırımlarının karşılığını alırlar.
Günümüze kadar olan süreçte ABD ve Japonya kökenli birey ve şirketlerin sahip oldukları ticari ürün ve tasarım patent sayısı Çinli firmalardan elbette daha yüksek oldu. Ancak Çin, yeni patent başvurularında küresel toplamın yüzde 40’ına sahip olarak, ABD’nin iki katından ve Japonya’nın dört katından daha büyük bir payla şu anda dünya lideridir. Bu durumun ticari neticelerini ve uluslar arası rekabete olan etkilerini yakın gelecekte gözlemliyor olacağız.
Bir ülkenin ya da ulusun “finansal olarak zenginleşmesi”, sahip olunan “eğitim ve teknoloji seviyesinin yükselmesi” için, bireysel hakların ve özgür düşüncenin olması aslında bir zorunluluk değildir. Ama yükselişe giden yol için altyapıya ve gerekli alanlarda planlı bir şekilde kapasite artırmak & geliştirmek zaruridir! Çin’in teknolojik yükselişiyle ilgili çarpıcı gerçekleri paylaşmaya bir sonraki yazımızda devam edeceğiz.
Yazının başlığındaki Çince sembollere gelince; eski Çince’de anlamı “Çin” olan “华” ve “yapmak, muktedir olmak” anlamına gelen “为” karakterlerinin birleşiminden türemiş olup, “Çin yapımı, Çin malı, Çin yapabilir!” anlamlarına gelmekte.
Asker kökenli bir mühendis olan Ren Zhengfei isimli bir Çinli, 1987 yılında girişimci olmaya karar verdi. Duvarda gördüğü bu sloganın da şirketi için iyi bir marka olacağına inandı. Merak edenler için, bu iki kelimenin okunuşu ve İngilizce karakterlerle yazılışının ne olduğu, yazımızın son sözü olsun: HUAWEI