Tarih boyunca mal alıp satan her tüccar, bir şeyler üreterek pazara götüren her tacir, başlatılmış olan her ticari girişim, kurulan her ticari işletme, aynı amaç için emek vermiştir. Para kazanmak ve mevcutta olan sermayesini büyütmek!
Peki, yaşam süresi ve “aktif çalışma ömrü” kısıtlı olan insanın gerçekte çalışma hayatındaki, para kazanmadaki temel amacı nedir ya da ne olmalıdır? Elbette esas gaye “finansal özgürlük”tür. Kimseye muhtaç olmadan, başka birisine minnet etmeden, gönlünce yaşamak için her insanın kendi zevk ve ihtiyaçları doğrultusunda “maddi bir hedefi” olmalıdır. Bu hedefe ulaşma neticesinde, artık çalışma ihtiyacı duymadan, sadece kendisine mutluluk veren şeylere zaman ayırabilmesi için gereken maddi kaynak veya nakit akışı her ne ise, ona ulaşmak bireysel olarak gerçek bir hedeftir. Ancak hemen belirtmeliyim ki, kanun ve kurallara uyarak, yasal yollardan elde edilen ticari kazançları finansal özgürlüğe dönüştürmek için yatırım yapmak şarttır!
“Para işten değil, dişten artar” atasözünü duymuşsunuzdur. Batı dünyasında da, “ticaret değil, yatırım zengin eder” sözü özellikle borsa dünyasına yakın olanlarca iyi bilinir. Her iki sözün içeriğindeki ana mesajları harmanlamak gerekirse, kişi hem tasarruf edebilmeli hem de tasarruflarını düzenli olarak, geleceği için, finansal özgürlüğe kavuşmak için, “servet artışına imkân sağlayacak” doğru yatırımlara yönlendirmelidir.
Ne işle meşgul olursanız olun, dünyaya belirli bir işte ölene kadar çalışmak için gelmediniz.
Yapmakta olduğunuz işinizi seviyor ve onunla meşgul olmaktan keyif alıyorsanız elbette aksi yönde diyecek sözüm yoktur. Ancak aklı başında, sağlıklı düşünebilen her insanın bağımsızlığa ve kişisel özgürlüğüne önem vermesi icap eder. Örneğin değer verdiği sevdikleriyle daha fazla vakit geçirebilmek, ailesi ile birlikte daha fazla “anı biriktirebilmek” benim gibi insanlar için başlı başına paha biçilemez bir servettir. Bu nedenle ne iş yaptığınızın herhangi bir önemi olmaksızın (ister iyi bir kariyeriniz olsun, ister kendi şirketinizi yönetin) mutlaka bir EXIT planınız olsun.
İşinizi elbette hakkıyla yapın, hatta en iyi olmayı hedefleyin ancak işiniz, kariyeriniz, sahibi olduğunuz şirket ile “duygusal bağ” kurmayın! Doğru zaman geldiğinde (belki de mümkün olan en yüksek değerinde satarak & zirvede ayrılarak) arkanıza bile bakmadan çıkmasını bilin. Yaklaşık 10 yıllık döngüler ile her ülkede bir sektörün yıldızı parlar, sonra altın çağı yaşama sırasını başka bir iş koluna devreder. 90’lı yıllardaki tekstilin sırasını inşaata vermesi, inşaat sektörünün de sonrasında yıldızının sönmesi gibi.
Yani ticaret ya da sanayi alanında, sonsuza kadar yapılacak en iyi iş kolu ya da çeşidi diye bir şey yoktur!
Ticari yaşam bir illüzyondur! Küçük ve orta düzeyde bir işletme sahibi de, tek başına çalışan bir esnaf ya da büyük bir sanayici de aslında aynı illüzyonu yaşıyor. Hesap kitap yaparken, mutlaka en tepeden, sahibi olunan işin toplam olarak, parasal olarak gerçek değerinin ne olduğuna düzenli olarak bakmak gerekir. Nitekim an gelir, bu gözlem neticesi fark edilir ki, işin devredilmesi ya da nakde çevrilmesi hâlinde elde edilecek sermayenin, sadece basit finansal getirisi bile aylık ya da yıllık ticari faaliyetlerden elde edilebilecek gelirden kıyaslanamayacak kadar çok büyük olur. İşte o vakit, zaten kısa olan ömürden gereksiz yere zaman harcandığı idrak edilir!
Ticari yaşamdaki yanılsama, gençlerin öğrenciliklerinde üniversitelerdeki bölüm tercihlerine de etki eder. Bir vakit popüler olan tıp doktorluğu ya da çeşitli mühendislikler, devran döner, şartlar değişir, pek de tercih edilmez olurlar! İşte bu noktada özellikle dikkatimi çeken bir hususu da paylaşmak isterim. İnşaat mühendisliğinin ve mimarlığın okulları, bağlı oldukları fakülteleri vardır. Gemi kaptanlığının bir eğitimi, okulu vardır. Ancak müteahhitliğin veya armatörlüğün bir okulu var mı?
Hızlı tüketim sektöründe binlerce firma var. Marketlerde on binlerce ürün var. Peki, bu ürünleri pazarlayan, dağıtan plasiyerlerin yetiştirildikleri bir meslek okulunu hiç duydunuz mu? Bence spesifik olarak çeşitlendirilmiş, farklı sektörlere odaklanmış girişimcilik okulları da olmalıdır. İş dünyasında önem arz eden STK’lar ile Eğitim Bakanlığı ve üniversiteler bu konuda ortak projeler yürütmeli, iş birliği yapmalıdırlar. En değerli kaynakların başında gelen “insan”ı yetiştirmek, eğitmek çok önemlidir.
Günümüzde operasyon ya da faaliyet kârı düşük olmasına rağmen, yıllık yatırım hedeflerini tutturan, diğer bir değişle büyüme yolunda yeni adımlar atabilen sayısız firma var.
Tahmin edileceği üzere, ticari yaşamdan uzak, kişisel, dini, ideolojik fikirler doğrultusunda hareket etmeyen bu firmalar, maliyet sınırında, hatta faaliyet zararı sayılacak noktada olan nakit akışlarını, finans dünyasında öylesine gerçekçi bir yaklaşımla değerlendirmektedirler ki, rutin ticaretlerinden elde edemeyecekleri kazançları kasalarına koymaktadırlar!
Çalışan sayısı, yıllık ciro vs. gibi alanlarda son derece ön planda olan dev perakendeciler Wallmart, Aldi, Lidl, BİM, A101 gibi şirketler ile farklı sanayi kuruluşları dahi (BMW, Coca Cola, Toyota, General Electric vs.) nakit akışlarını çok iyi yöneterek, bir süre atıl durumda olacak, herhangi bir ödemede kullanılmayacak kaynaklarını çeşitli finansal alanlarda değerlendirerek inanılmaz boyutlarda kazançlar elde etmektedirler. Temel değer artışı konusunda asıl gösterge, devletlerin ya da herhangi bir finans kuruluşunun aylık sabit vereceği faiz oranı değil; yıllar içerisinde halka açık şirketlerin, kıt kaynaklardan sayılan ve sonsuza kadar üretimi devam edemeyecek olan kıymetli madenlerin ve çeşitli emtiaların değerleridir!
Özellikle vurgulamak gerekirse, kıymetli madenler (altın, gümüş vs.) dışında birikimi yapılacak herhangi bir döviz çeşidinin yani kâğıt paranın bir yatırım aracı olmadığının; aksine uzun vadede mutlaka değer kaybedeceğinin, servet azalmasına neden olacağının bilincindeyim. Servet yönetimi ve özellikle “sermaye değer artışı” için, herhangi bir ülkenin para birimini, herhangi bir bankanın mevduat ya da katılım hesabını kullanmam. Uzun vadeli yatırımcı olduğumdan ve zamanımı filanca şirketin hisse değeri ne olmuş diyerek ekran başında geçirmek de istemediğimden, bireysel olarak hisse senetleri almak yerine çeşitli sektörlere odaklanmış yatırım fonlarını tercih ederim.
Zaten yatırım fonlarını tercih etmek, işi ehline devretmek demektir. Günlük ya da dönemsel olarak “hangi hisse ya da madene yatırım yapmayı düşünmeyi” profesyonellere bırakmak demektir.
Ancak bu gerçeğe rağmen yine de, yumurtaları farklı sepetlere paylaştırmayı doğru buluyorum. Kendiniz ve aileniz için asla ikamet etmeyi düşünmeyecek olsanız bile farklı semtlerde uygun fiyatlardan gayrimenkul alarak, gelecekteki düzenli nakit akışını planlayarak, çeşitli irat ya da kira gelirleri temin etmeyi hedefleyebilirsiniz.
Spesifik bir yatırım tavsiyesinde bulunmak temelde hem etik değildir hem de yasal değildir! Fakat özellikle tavsiye edeceğim, asla kaybetmeyeceğiniz bir yatırım çeşidi var aslında. Kendinize yatırım yapın! Finansal okuryazarlığınızı geliştirin, uzun vadeli yatırımcı olma yolunda donanım kazanın. Bu şekilde uluslararası, makro düzeydeki her türlü gelişmenin ekonomik sonuçlarını sezebileceksiniz. Amacım esasen bir vizyonu paylaşmaktır. Tutarı, toplam değeri fark etmeksizin “kişisel servet yönetimi” başlı başına ciddiye alınması gereken bir iştir!