Mevcut iş yaşamımda, üst düzey yönetici olmanın yüklediği sorumluluklarımın bir gereği olarak, yıllardır üretim ve ihracat yapan şirketimizin çeşitli kademelerinde görevli yönetici arkadaşlarımla sayısız toplantılara katıldım. Birçok projenin süreç yönetiminde yer aldım. Anlayacağınız, bugüne kadar birçok kez hem farklı departmanları, farklı profildeki insanları hem de şirket için “tablonun bütünü” dışında kalan, kimi lüzumsuz kimi kritik öneme haiz detayları inceleme ve gözlemleme fırsatım oldu. Yakın bir tarihte uluslararası bir şirketin Türkiye’deki faaliyetlerinde görev almış eski bir arkadaşımla sohbet ederken sık kullandığı “optimizasyon” kelimesi üzerine düşünürken, bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.
Günümüzde optimizasyon denildiğinde özellikle gençlerin büyük bölümünün akıllarına cep telefonlarının daha sorunsuz çalışmasını, cihazın genel performansını ve pil ömrünü artırmayı sağlayan bir ayarlama geliyor. Öyle ya, çağımızda bir şeyleri optimize etmek diye konu açılınca, sürekli ellerinde olan, tüm dünya ile iletişim içerisinde olmalarını sağlayan cihazların bir ayarı olarak düşünmeleri son derece normal; yani haksız değiller.
1998 yılından itibaren kesintisiz 10 yıl boyunca dünya cep telefonu piyasasının lideri Nokia idi.
Bu süreç içerisinde pazar lideri olan firma neredeyse her hafta yeni bir modeli piyasaya sürüyordu. Piyasada en fazla modeli ve ürünü olan bu firmanın liderlik tahtını asla kaybetmeyeceğine neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu; ta ki 2007 yılının 9 Ocak tarihine kadar. Steve Jobs, ilgili gün, ticaret tarihinin gelmiş geçmiş en büyük yeni ürün lansmanını yapmış, muhteşem bir sunumla iPhone’u dünyaya tanıtmıştı. Pazardaki başarılı tarihine ve piyasada kullanılmakta olan yüzlerce farklı modeldeki cihazına rağmen, yeni çıkan tek bir ürün bir senede Nokia’yı tahtından etmişti. Peki günümüze kadar yaklaşık 2,5 milyar adedin üzerinde satılmış olan iPhone’un başarısının sırrı neydi?
Ürün elbette piyasaya çıktığında devrim niteliğindeydi, birkaç farklı cihaz ile yapılabilecek şeyleri tek bir cihazla yapabilme imkânı sunuyordu. Ama temelde fark yarattığı “gözle görülür” başka bir gerçek vardı. Ürün son derece zarif ve “sade”ydi!
Esasen Steve Jobs’ın kariyer hayatı boyunca takip etmekten asla vazgeçmediği bir ilkeydi sadelik.
Apple’ın akıllı telefonu piyasaya sürmesinden önce geliştirip pazara sunduğu tüm ürünlerde, (ipod, Macintosh bilgisayarlar vs.) muadil rakip ürünlerle kıyaslandığında ilk göze çarpan özellik hep aynıydı: sadelik. Bu özelliğe vurgu yapmak için, Steve Jobs’ın arzusu ile Mac bilgisayarların 80’li yıllardaki pazarlamasında slogan olarak, Leonardo Da Vinci’nin kişisel eskiz-not defterinde yazdığı, “Sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir” sözü kullanıldı.
Tavsiyemdir, video platformlarından Steve Jobs’ın 2007’deki iPhone tanıtım sunumunu izleyin ama akabinde lütfen 1984 yılında henüz 30 yaşında bile olmayan genç Steve Jobs’ın Macintosh tanıtım sunumunu da izleyin! Kendisinin şu sözleri bence sadece iş hayatı için değil, yaşama dair önemli ve tarihi bir mesajdır.
Sadelik, gelişmişliğin en üst noktasıdır. Bir şeyi basitleştirmek, altta yatan zorlukları gerçekten anlamak ve zarif çözümler bulmak, çok fazla çalışma gerektirir. Bu sadece minimalizm ya da dağınıklığın olmaması değildir; karmaşıklığı derinlemesine anlamayı içerir. Gerçekten sade olmak için, gerçekten derinlere inmeniz gerekir. Gerekli olmayan parçalardan kurtulabilmek için bir ürünün özünü derinlemesine anlamalısınız.
Özellikle hızlı tüketim sektöründe tecrübesi olanlar aşinadır; rut optimizasyonu, müşteri optimizasyonu kavramlarına. Anlaşılacağı gibi, ziyaret veya sevkiyat planlaması yaparken, en az yakıt ve zaman harcayarak, mümkün olan en fazla sayıda müşteriye uğramak için gerekli olan planlamaya rut optimizasyonu denir. Keza, ticari potansiyeli, ödeme performansı gibi hususlara dikkat ederek, müşteri listesini yeniden düzenlemeye, yani şirketi gereksiz yoran, enerji ve zamanı çalan müşterileri elemeye, ticari olarak yolları ayırmaya müşteri optimizasyonu denir.
Optimize etmek demek, gençlerin cep telefonu ayarlamasından anladığı gibi, verimliliği artırmak demektir.
Her birimiz sadece iş yaşamımızı değil, kişisel hayatlarımızı da optimize etmek için sadeleşmek üzerine düşünmeli, yaşamımızı gereksiz şeylerden arındırarak, daha basit hâle getirmeliyiz. Sadeleşmeyi, “fedakârlık olarak algılamadan”, kendimizi kurban gibi hissetmeden, aksine kaliteli bir yaşamın zirvesine ulaşma yolunda bizi yavaşlatan ve hatta engel olan kimi zincirlerden kurtulmak olarak görmeliyiz. Bu zincirler, ev & araba ve birtakım eşya sahibi olmak için alınan krediler, yaşamlarımıza değer katmayan ilişkiler, lüzumsuz faturalar, kullanılmayan tüm eşyalar gibi kişiye ve duruma özel birçok şey olabilir.
Unutmayın, sadelik bir felsefedir, yaşam stilidir. Batı iş ve felsefe dünyasında yaygın olan “simple is better” (basit daha iyidir) mottosu gereksiz karmaşıklığı azaltarak, birçok konuda verimliliği artırmayı, daha anlaşılır olmayı vurgular. Bu motto aslında uzak doğu felsefesinin özünden alınmış olan “less is more” (az çoktur) deyimine dayanır.
İnsan olana, ilkellik değil gelişmişlik yakışır. Gelişmeye giden yolda, ne kadar çok sayıda maddi eşyaya veya ne kadar büyük bir ev ya da arabaya sahip olduğunuzun hiçbir önemi yoktur. Önemli olan ne kadar donanımlı olduğunuz ve ne kadar “yaşamaya ayırabildiğiniz zaman”a sahip olduğunuzdur!