Sabah işlerine veya okullarına gitmekte olan bir otobüs dolusu insanı düşünün; zor koşulları paylaşan aynı ülkenin insanlarını. Çoğunun suratı asık ve ellerindeki telefonlarla ilgileniyorlar. Farklı bir durağa uğrayan otobüsün kapısı açılıp da içeriye yeni insanlar geldiğinde başlarını kaldırıyor çoğu, sonra ilgilerini tekrar telefonlarına yöneltiyorlar.
Ancak bazen durum farklı olabiliyor. Enerjisi pozitif birisi yanındakiyle içten sohbet ederken kulak kesiliyorlar. Kahkaha atan birisi, içtenlikle katıla katıla gülen birisi olduğunda, neye güldüğünü bile anlamadan çoğunun yüzüne bir tebessüm yayılıyor. Eğer neşeyle kahkaha atmaya devam ederse birisi, yüzüne tebessüm yayılan diğerleri küçük birer çocuk gibi meraklı gözlerle gülerek birbirlerine de bakmaya başlıyorlar.
İş hayatı içerisinde ya da öğrenim sürecinde olan bu insanlar… O tanımadıkları olumlu enerji yayan, neşeyle konuşan, kahkaha atan bir başkası sayesinde iyi bir enerjiyle güne başladıkları hâlde, okul ya da iş yerine ulaştıklarında moralsiz veya sinirli olan yöneticisi yahut öğretmeni ile bir araya geldiklerinde, pozitif enerjilerini sizce ne süre ile muhafaza edebilirler? Olumlu ya da olumsuz olmaları fark etmeksizin, duygular bulaşıcıdır!
Howard Gardner’ın 1983 yılında öne sürdüğü çoklu zekâ kuramında, duygusal zekâ kavramını kullanmamış olmasına rağmen, kuramında yer alan kişinin kendine dönük (benlik bilgisi) (intrapersonel) ve kişiler arası (interpersonel) zekâ tanımları daha sonra geliştirilen duygusal zekâ modellerine temel oluşturmuştu.
Duygusal zekâ kavramını ilk kez kullanan Salovey ve Mayer’e (1990) göre duygusal zekâ sosyal yaşam içerisinde “uyum sağlayıcı” üç yetenek kategorisinden oluşur.
- Bireyin kendisinin ve diğerlerinin duygularını değerlendirebilmesi
- Duyguların düzenlenmesi (kendisinin ve diğerlerinin)
- Duyguların problem çözümünde kullanılması (esnek planlama, yaratıcı düşünme, dikkati yoğunlaştırabilme ve motivasyon)
Daniel Goleman’ın 1995 yılında basılmış olan “Duygusal Zekâ: Neden IQ’dan daha önemli olabilir?” isimli kitabı psikoloji alanı dışında da büyük ses getirmiş, iş dünyasında başarılı olan “liderlerin” temel olarak hangi özellikleri sayesinde diğer yöneticilerden farklı olduklarının tespitini yapmak kolaylaşmıştı.
Tarihte önemi olan savaşların birçoğunda, savaşın sonucuna etki eden en önemli faktörlerden birisi, savaşan orduların komutanlarının çatışma öncesi askerlerine yaptıkları konuşmalar ve onlara verdikleri net mesajlarla ilgiliydi. Karşı tarafın sahada temel bir taktik hata yapmamasına, üstelik daha fazla kaynak, asker ve silaha sahip olmasına rağmen, düşmana kıyasla sayıca daha az olan askerlerini çok daha etkin biçimde motive eden, onları çatışma öncesinde zihnen zafere inandıran, özetle duygusal zeminde “algıyı daha iyi yönetmiş” olan liderler var tarihte.
Tarık bin Ziyad’ın 711 yılında Kuzey Afrika’dan İspanya’ya 7.000 askerle deniz yolundan geçerek Endülüs fethine giriştiği harekâtta, Müslüman askerler arasında memleketlerine ve ailelerine olan uzaklık ile özellikle erzak azlığı nedeniyle huzursuzluk baş gösterir. Neredeyse bütün ordu geri dönülmesi yönünde görüş birliği içerisindedirler.
İspanya güneyinde, kıyıda beklemekte olan gemileri bütün ordunun gözü önünde ateşe verdiren komutanları olan Tarık bin Ziyad, mesajını net bir şekilde verir.
Artık geriye dönüş yok! Zihninizden bu düşünceyi çıkarın! Kazanmak için geldik ve burası artık bizim vatanımız! Arkamızda düşman gibi bir deniz, önümüzde de deniz gibi düşman var! Nereye kaçacaksınız? Sizler için tek çare artık sabır ve sadakattir. Açlıktan ölmemek için yegâne çaremiz düşmanın elindeki erzakını almaktır!
Tarık bin Ziyad’ın askerlik mesleğindeki liderliği dışında göstermiş olduğu “duygu liderliği” neticesi, Atlas Okyanusu ile Akdeniz’i birbirine bağlayan geçit bugün halen “Cebelitarık Boğazı” olarak anılıyor. Üstelik bizim kültürümüzde de yer edinmiş olan, kararlılıkla ilerlemek, geriye dönmemek anlamındaki “gemileri yakmak” tabiri birçok dile yayıldı ve tüm insanlığa miras kaldı.
Barbaros Hayrettin Paşa son derece vizyoner bir şekilde, yüksek coğrafi bilgi ile dünya ulaşım koşullarını iyi analiz ederek, “Denizlere hâkim olan, cihana hâkim olur” sözünü söylemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük lider Mustafa Kemal Atatürk, neredeyse yüzyıl önce “İstikbal göklerdedir. Göklerini koruyamayan uluslar, yarınlarından asla emin olamazlar!” diyerek jeopolitik ve stratejik olarak üstünlüğün denizlerden göklere geçtiğini vurgulamıştır. Malumunuz bu vizyon artık sadece gezegenimiz olan dünyadaki havacılık için değil, uzay faaliyetlerini de kapsamaktadır. Yani önümüzdeki yüzyıllar boyunca devam edecek çok önemli bir tespittir.
Howard Gardner’ın 40 yıl önce ortaya koymuş olduğu çoklu zekâ teorisi içerisinde dil ve sözcüklerle ilgili yüksek iletişim becerisine işaret eden “linguistik zekâ” çeşidi de yer almıştı. Sanıyorum rahmetli Barış Manço’nun bu yöndeki zekâsı son derece ileri düzeydeydi. Bireysel olarak farklı dillere yatkınlığı, yabancı kelimeleri çabuk kavrayıp konuşabilmesi dışında, bildiğiniz üzere zaten evrensel bir dil olan müzik ile duygulara ulaşmaya hâlen devam ediyor.
Konuşma dışında, mimikle, beden diliyle iletişim kurabilen, “yapabilecekleri ve eksiklikleriyle kendini bilen”, hem kendi duygularına hem de başkalarının duygularına önem veren nesiller yetiştirmeliyiz. Empati yapmayı, başkalarının ne hissettiğine değer vermeyi öğreten, bu yönde kabiliyet geliştirmeyi sağlayan bir eğitim sistemine sahip olmalıyız.
Duyguların bulaşıcı olduğu gerçeği kabul edilmeli, yetişkin her bireyin “önce kendi duygularını kontrol edebilme yetisine sahip olmasını” sağlayarak, her türlü olumsuz koşula rağmen, pozitif tavır takınmanın insana yakışır, olgun bir duruş olduğunu toplum kültürümüze yerleştirmeliyiz. Teknolojik ilerleme ile iletişim ve ulaşım koşulları bir gün insanlık için bambaşka seviyelere ulaşabilir. Kim bilir belki gelecek bir zamanda göz kırpma süresi içerisinde binlerce kilometre mesafeler aşılabilir. Yapay zekâ bir gün tahayyül bile edemeyeceğimiz noktalara gelebilir.
Ancak insan var oldukça, insana dair duygular da var olacaktır. Unutmayın, aynı dili konuşanlar değil, “aynı duyguları paylaşanlar” anlaşabilirler! Duygulara hâkim olan, insanlığa hâkim olacaktır!