1700-1800’lü yıllarda, bugünkü dökme yük taşımacılığının ve dökme yük piyasasının merkezi olan Londra’da Coffee House’lar kendi başlarına birer ticaret merkeziymiş. O zamanın gözde Coffee House’larından biri de bugünkü Baltic Exchange’e adını veren Baltick Coffee House.
O zamanın armatörleri, gemilerin de kaptanları aynı zamanda. Bahsettiğimiz gemi tonajları da teknolojinin el verdiği ölçüde inşa edilebilmiş küçük tonajlı, insan gücüne muhtaç yüzen ambarlar aslında. Malumunuz sanayi devrimi öncesi ve sürecinden bahsediyoruz. Henüz etkilerinin denizciliğe yansıdığı günlere gelmemişti insanoğlu.
Bu bahsettiğimiz Coffee House’lar; armatörler, yük sahibi olup yükünü taşıtmak isteyen kiracılar (bugünkü charterer), mal satan tüccarlar (yani traderlar) ve ihtiyaç sahibi olan talep sahibi alıcıların (yani günümüzdeki adıyla receiverların) buluşma noktasıymış. Bir masa etrafında oturup, navlun pazarlığı yapar, anlaşır, el sıkışır ve ticaretlerine başlarlarmış.
Gel zaman git zaman, ihtiyaç hasıl oldukça; detaylar, şartlar, detaylı ve bağlayıcılığı olan maddeler üzerinde de konuşmaya başlamışlar. Şartlarda anlaşamamışlar, araya iki tarafın da sevdiği ve güvendiği insanları sokmuşlar (brokerlar tabii ki doğru tahmin) ve uzlaşmışlar. Anlaşmazlık yaşamışlar, hakem atamışlar. Çözüme varamayıp bilirkişiye danışmışlar.
Kayıp mallarının hesabını birilerinden sormak istemişler. Paralarını birilerine emanet etmek durumunda kalmışlar. Bugün dökme yük taşımacılığında ne kadar taraf ve ne kadar oyuncu varsa, hepsi o yıllarda temelleri atılan deniz taşımacılığında “dene-yanıl” yöntemiyle bu ticareti ilk yapan denizci atalarımızın tecrübeleriyle şekillendirilmiş. Günümüzde, şimdiye kadarki en eksiksiz halini almıştır. 18. yüzyıldan beri günümüzdeki mevcut oyuncuların karşılığı, deniz taşımacılığında varlığını sürdürmüştür.
18. yüzyıldaki o Baltick Coffee House’a dönersek, ihtiyacın hasıl oluşundan mütevellit detaylandırılan taşıma anlaşmasını, şahitlik ve aracılık eden tarafın/tarafların kaleme alması uygun görülmüş ve tüm anlaşılan maddeler tek tek yazılmış.
Taraflar pazarlık bitip, el sıkışma aşamasına geldiğinde, altına imzalarını atmak ve bal mumundan mühür damlatmak suretiyle “Seal the Deal” dediğimiz, anlaşmayı mühürleyip nihayete erdirmişler.
Peki kimde kalmış bu anlaşma?
Fotokopi yok, fotoğraf yok, çoğaltmak için bir nüshasını daha orijinal olarak hazırlayıp aynı işleme tabi tutmak pek tabii bir çözüm. Ancak onun yerine anlaşmayı orta yerinden ikiye yırtma alışkanlığı her türde anlaşma için oldukça yaygınmış. Denizciliğin ataları da aynı prosedürü uygun görmüşler.
Her iki parça da taraflarda kalabilsin ve bir araya geldiğinde tekrar bir bütün oluşturabilsin.
İşte bu iki parçaya ayrılan anlaşmaya; Latince’de “Carta Partita” denir. Tam karşılığı “Bölünmüş Kağıt/Evrak/Bütün” olarak yorumlanır ve bugünkü “Charter Party” yani armatör (taşıyan) ve kiracı (taşıtan) arasındaki sefer anlaşmasının atasıdır.
Sizlere denizciliğe dair en sevdiğim hikâyeyi anlatmak istedim. Ben, bu hikâyeyi okulda kiralama dersinde, sevgili İsmail Bilge Çetin hocamdan dinlemiştim ve sonrasında keyifle, yetiştirdiğim ve temas edebildiğim gençlerin hepsine “Charter Party nedir?” sorusunun cevabını anlatırken bu hikâyeden başladım.
Bu yazımda, çok merak edilen “Bir broker ne yapar ve neden bir broker’a ihtiyaç duyulur?” sorusunu dilim döndüğünce cevaplamaya çalışacağım.
İnsanın insanla anlaşmak zorunda kaldığı her mecrada ve meslek grubunda bir ara bulucuya ihtiyaç duyulması, sürecin getirisi olarak adlandırılabilir. O yüzden ben sormak isterim size. Bir broker’a neden ihtiyaç duyulmasın ki?
Brokerlik mesleğinin doğası olan arada olma ve ara bulma durumu, ancak süreci yönetme becerisiyle harmanlandığında amacına ulaşır. Bu sebeple bir broker’da bulunması en önemli yetilerden bir tanesi iletişim becerisi diyebilirim.
Harika iletişim kurma becerisine sahip herkes broker olabilir mi?
Eğer aynı kişi baskı altında kaldığında da aynı soğukkanlılık, sakinlik ve olayı ele alış esnasında yaşananları kişiselleştirip alınganlık göstermeyeceğine inanıyorsa kesinlikle iyi bir broker olmak konusunda şansı var diye düşüyorum.
Peki broker ara buluculuk yaptı. Kriz çıktı, onu da çözdü. Peki bunları neye dayanarak yapabiliyor? Bu sorunun cevabı aslında resmin bütününü ne kadar görebildiğinizle çok doğru orantılı. Çünkü bağlantı aşamasında olası riskleri, olası pürüzleri ve sürecin işleyişinde ticareti riske atabilecek herhangi bir tehdidi en başından görebilmek, problemi daha çıkmadan bertaraf etmeyi sağlar. Ama denizde daima bilinmezlik riski ve ihtimali devam eder. Keza, bir aracı taraf olarak, diğer taraflara ve sürecin işleyişindeki rollerine müdahale şansımız sadece uyarabilmek, dikkatini çekmek (yani “giving a head up” seviyesinde) olabilir pozisyonumuz gereği. Bu sebeple ne kadar öngörü sahibi de olsak her problemi engelleyebilmek mümkün değildir.
Sonuç ve çözüm odaklı bir çalışma disiplini çerçevesinde ilerlerken en önemli envanter de bilgi ve birikimdir. Şahsi özellikler, iyi bir ekibe mensup olmak, doğru disiplinde resmin bütününü görerek çalışma becerilerine sahip olmak mesleğin olmazsa olmazlarıdır. Ancak bunları iyi bir altyapıyla desteklemediğiniz sürece sadece şansa bahta çalışan ve hatta belki de gemi bağlamayı başaran bir broker’dan öteye gitmek maalesef çok zor olur.
Çok sevdiğim bir söz vardır.
Her broker her account’u (kiracıyı/müşteriyi) bir kere bağlama şansına erişebilir ama aynı broker’ın aynı account’u ikinci kez bağlayabilmesi onun kendi becerisidir.
Usta çırak ilişkisi olan kıymetli meslek gruplarından biridir denizcilik. Bahsettiğimiz bilgi ve birikim nasıl elde edilir sorusunun cevabı da zaten aslında tam olarak pişme aşamasında gerekli olan son malzemede: “sabır”.
Kişi ne zaman çırak sahibi olur, işte o zaman usta olur. Broker olmak isteyenlere de her zamanki tavsiyem yine aynı: kendinize uygun bir usta bulun ve onun eksik parçası olun ki sizin Carta Partita’nız da tamamlansın. Kendi üslubunuzu oluşturacak birikime erişene kadar ustanızın bildiği her şeyi öğrenin ve siz de üzerine ekleyin. Siz emek harcayın, sebat gösterin ki ustanız da müsaade etsin ve boynuz kulağı geçsin.
Sonraki yazı için sizlerden gelen en çok sorulan sorular çerçevesinde “Broker olunca ne oluyor peki? Hayat nasıl akıyor?” merakınızı gidermeye çalışacağım. Ben yazarken çok keyif alıyorum. Kendi öğrencilik ve acemilik yıllarımı hatırlıyorum. Gençlik hâlimi karşıma alıyorum, dönüp O’na soruyorum ve diyorum ki:
Yine olsa yine bu mesleği seçerdim!
Yolunu çizme gayreti olan herkesin, kendine her koşulda seveceği bir meslek seçmesini dilerim!