Değerli okuyucular, yaşım kemale erdi mi bilmem ama kendimi bildim bileli, insanlık için en önemli kaynağın yine “insan” olduğuna inandım hep. Altın, gümüş, çelik, petrol değil, insan!
Tarih boyunca, bu düşünceyi paylaşan ve “insan odaklı liderliğin” özüne uygun hareket eden idarecilerin, ordu komutanlarının ya da şirket yöneticilerinin, başarısız olduklarını ne okudum ne gördüm ne de duydum.
İnsan, tabiattaki diğer canlı türlerine kıyasla en zor yetişen, “kendi başına en uzun sürede hayata tutunan” varlıktır. Günümüze değin, soyu tükenmiş olan binlerce çeşit canlı varlığa ve bu satırları okuduğunuz an itibarıyla, nesli tükenme tehlikesi altında olan canlı türlerinin her geçen saniye artmasına karşın, yeryüzündeki insan nüfus oranının sürekli artıyor olması, bu gerçeği değiştirmiyor. En zor yetişen, en uzun sürede kendi başına ayakta kalabilen varlık insandır!
Birçoğumuz çeşitli belgesellerde görmüş, şanslı olanlarımız ise kendi gözlerimizle şahitlik etmişizdir. Fiziksel olarak daha zayıf ya da daha güçlü olmaları fark etmeksizin; inek, at, aslan, deve, ceylan, fil gibi birçok türün yavrusu, insan bebeklerine kıyasla, neredeyse ışık hızında gelişme kaydederek yürümeye başlar ve kendi toplumuna, sürüsüne katılır. Bazı canlı türleri için, bilindiği üzere doğumdan sonra sadece birkaç saniyedir bu, dakika bile sürmez! İnsan yavrularının kendi başlarına ayakta kalmaları, yeterli sürü & toplum ortalama eğitim seviyelerine kavuşmaları bazı uluslarda 20 seneyi bulur.
Özellikle sorumluluk gerektiren vazifelerden mesul olan, idareci & yönetici pozisyonundaki insanlar için en riskli iki konu başlığı stres ve zaman yönetimidir.
Dikkat edilecek olursa; bu iki konuyu “en tehlikeli diye” tanımlamıyorum, “en riskli” olarak ifade ediyorum. Bilindiği üzere risk, sadece tehlike ve tehditleri değil, fırsatları da içinde barındıran bir kavramdır. Bu nedenle liderlik denilen “sanat ve yetkinlikler”, birçok konuda olduğu gibi, bu iki en riskli konuda da fark yaratılmasını sağlar.
Akıllı bir insanın başlıca yönetmekle mükellef olduğu şey, öncelikli olarak “kendisidir”. Kendisini ustaca yönetmesinin yolu da, sürekli tükenen ve üretilemeyen bir kaynak olan, “zaman”ı verimli bir şekilde kullanmasından geçer. Zamanı verimli kullanabilmek için, içinde bulunduğu koşulları dikkatlice tespit edebilenler ve sahibi olduğu imkânların gerçekçi bir analizini yapabilenler için yöntem bellidir; delegasyon! Yani görev ve yetki devri.
Maalesef günümüzde “delegasyon” yanlış anlaşılmakta ve/veya yanlış uygulanmaktadır. Şirketlerin (özellikle kamu kuruluşlarının) büyük bölümünde birçok kişiye görev ve sorumluluk aslında verilir; ancak yetki verilmez!
Yetkiyi devretmeden, devredilmeye çalışılan görevler yönetim süreçlerini daha da çıkmaza sokar.
Anlaşılacağı üzere, etkili bir delegasyondaki amaç, yönetime ait bazı vazifeler ile sorumlulukların, yetki gücüyle birlikte paylaşılmasıdır. Yetki devri elbette her yöneticinin harcı değildir. Belirli bir eğitim seviyesi ve vizyon sahibi olmayı gerektirir. Sadece astlarına güvenebilen, yüksek düzeyde “organize edebilme” becerisine sahip, sorumlu olduğu ekibiyle iyi iletişim kurabilen yetenek avcısı yöneticiler, kaliteli delegasyon yapabilirler. Kaliteli delegasyon demek, çalışana devredilen işlerin, devralınan kişi tarafından “angarya” olarak algılanmamasını sağlayabilmektir. Delege eden kişinin hedeflemesi gereken temel amaç ise, görev ve sorumlulukların devredilmesinden sonra “daha fazla stratejik öneme sahip konular üzerine düşünebilecek ve çalışabilecek zamanı kazanmaktır”. Günlük, haftalık ve hatta daha uzun dönemli operasyonel ve bürokratik işlerle uğraşmak durumunda olan yöneticilerin etkin bir şekilde geleceği şekillendirecek kararlar alıp, uygulamaya geçirmeleri çok zordur.
Sadece ülkemizde değil, birçok Avrupa ülkesinde ve ABD’deki şirketlerde yeterli ve kaliteli delegasyon yapılamama nedenleri benzer gerekçelere dayanır.
- Ekipten birine izah edene kadar en hızlı ve en doğru şekilde ben yaparım.
- Yeterli donanıma ve yeteneğe sahip personel yok ki!
- Kendi sorumluluklarımdan kaçıyormuş izlenimi vermemeliyim.
- İşimi başkasına devredersem ve benden daha iyi yaparsa kariyerim kötü etkilenir.
- Esasen sorumlu benim, her şey üzerinde tam kontrolüm olmalı.
- Ya hata yaparsa, sonuçlarına yine ben katlanıp hesap vermek zorunda kalabilirim.
Şirketler gibi çeşitli kuruluş, STK ve organizasyonları, yaşayan organizmalara benzediğini lütfen unutmayın. Yaşamlarının devamı, sürdürülebilir gelişimleri için taze kana, sürekli bayrağı devralıp, ileride zamanı gelince kendinden sonrakilere devredecek insanlara ihtiyaçları var. Doğru zamanda, etkin ve kaliteli delegasyon süreçleri uygulanmazsa eğer, varlıkları gelecek yıllara taşınamaz, ayakta kalamazlar. Şirketleri ayakta tutan ve geleceğe taşıyan bu en önemli kolonun sağlam oluşturulması için, delege edilen yani görev ve yetki devri yapılan kişinin “liyakat” sahibi olması şarttır.
Bir gün, bağlı beyleri Gazneliler Devleti Hükümdarı Sultan Mahmut’a “Ayaz denilen bu hizmetçinin ne marifeti var ki, sen ona otuz kişinin ücreti kadar para ödüyorsun?” diye sorarlar. Sultan Mahmut tebessüm eder, ama soruya cevap vermez. Birkaç gün sonra beylerini alarak ava çıkar, giderlerken uzaktan bir kervanın geçmekte olduğunu görürler. Sultan Mahmut beylerden birine “Git sor bakalım, şu kervan nereden geliyor?” der. Bey atını sürerek gider, bir süre sonra döner, “Efendim kervan Rey şehrinden geliyor” der. Sultan Mahmut, “Peki, nereye gidiyormuş?” diye sorunca bey susup kalır.
Bunun üzerine hükümdar başka birini gönderir, o da gidip gelir; “Efendim Yemen’e gidiyormuş.” der. Sultan Mahmut “Yükü neymiş?” diye sorunca, o da susup kalır.
Bu defa bir başka beye “Sen de git yükünü öğren.” der. Bey gider ve geri gelir; “Her cins mal var, fakat çoğu Rey kâseleri” der. Sultan Mahmut, “Peki kervan Rey’den ne zaman yola çıkmış?” diye sorunca, o bey de susup kalır, cevap veremez. Sultan Mahmut bu şekilde tam otuz beye görev verip gönderir, otuzu da tam donanımlı olarak geri dönmez ve sonraki sorulara cevap veremez.
Sultan Mahmut son olarak, bütün bunlardan habersiz olan Ayaz’ı av bölgesine çağırır ve ilk beye sorduğu gibi aynı talepte bulunarak, “Ayaz git sor bakalım şu kervan nereden geliyor?” der. Ayaz hızla gidip geri döndüğünde saygıyla sultanın huzurunda eğilerek konuşmaya başlar. “Efendim, kervan ile ilgili gerekenleri öğrendim. Kervan Rey’den geliyor Yemen’e gidiyor. Yükü şudur, şu kadar at, şu kadar deve, şu kadar katırdan oluşuyor. Kervanda şu kadar insan var, onlardan şu kadarı silahlı muhafızdır.” diye başlayarak kervan hakkındaki bilgileri en küçük ayrıntıya varıncaya kadar anlatır. Bütün bunları tüm beyler ağzı açık dinlerler. Böylece Ayaz tek başına, otuz beyin edinemediği bilgiyi edinmiş, başaramadığı işi başarmış olur. Sultan Mahmut beylerine döner ve haklı olarak sorar. “Sadık adamım Ayaz’a neden otuz kişinin ücretine denk para verdiğimi şimdi anladınız mı?”. (Mesnevî, C. VI, beyit: 385)